Bir Fikir Yolculuğu: Cumali Sabah

Paylaşmayı unutmayın.

Yarınları daha aydınlık kılmak için neler yapmalıyız? Bunun etkili yollarından biri bilimi ve bilginin önemini gelecek nesillere bugünden aktarmak değil midir? Uzun bir ara verdiğimiz ‘’Bir Fikir Yolculuğu’’ adlı röportaj serimizde bugün, 2017-2021 yılları arası her sene ülkemizi gururlandıran isim Prof. Dr. Cumali Sabah var. Stanford Üniversitesi tarafından hazırlanan Dünyanın En Etkili Bilim İnsanları listesine bu yılda ismi yer alan hocamıza ulaştık. Ondan bizlere başarı sırlarını aktarmasını istedik. E tabii ki fikirler, öneriler ve keyifli bir sohbet ile birlikte.

O zaman çok bekletmeden hemen başlayalım. 

Cumali Sabah kimdir? Kendini nasıl tanımlar?

1977 yılında İskenderun, Hatay’da doğdum. İlk, orta ve lise eğitimimi İskenderun’da tamamladım. Eğitim hayatım, ODTÜ’nün Ankara dışında kurduğu ilk yerleşke olan Gaziantep Üniversitesi’nde lisans eğitimim ile devam etti. Lisans eğitimimi Elektrik ve Elektronik Mühendisliği bölümünde birincilik ile tamamladım. Bir süre sonra yine aynı üniversitede Araştırma Görevlisi olarak göreve başladım. Yüksek Lisans ve Doktora çalışmalarımı Elektromanyetik Alanlar ve Mikrodalga Tekniği Anabilim Dalında yaptım. 

O zamanlarda kendi üniversitemde yeterli altyapı ve araştırma olanakları yoktu. Bu yüzden araştırmalarımı yapmak üzere birçok bilim insanı ile gerek yazışmalar yaptım. Katıldığım uluslararası konferanslarda tanışarak bağlantı kurmaya çalıştım. Araştırma önerilerimi ve bilimsel çalışmalarımı anlattığımda birçok bilim insanından pozitif dönüşler aldım. Henüz Araştırma Görevlisi olarak çalışmalarıma devam ederken Doktora çalışmalarımın bir kısmını yapmak üzere Amerika’ya izinli olarak gittim. Ülkeye döndüğümde yaptığım çalışmaları derleyip uluslararası dergilerde yayınlama fırsatı buldum. 

Peki eğitim hayatınızdan sonra neler yaptınız? 

2008 yılında, doktora çalışmaları sırasında Uluslararası Radyo Bilimleri Birliği (URSI) tarafından URSI Genç Bilim İnsanı Ödülü’nü kazandım. Bunu yanı sıra konferans tabanlı birkaç küçük ödül de geldi 🙂 

Eğitim hayatım tam bitti sayılmıyor aslında. Tabi bu kez farklı pozisyonlarda sektörün içindeyim. Doktoradan sonra Frankfurt Üniversitesinde akademik hayatına devam ettim. 2012 yılından itibaren Orta Doğu Teknik Üniversitesi – Kuzey Kıbrıs Kampusu (ODTU-KKK) Öğretim Üyesi olarak görev yapmaktayım ve eğitim, öğretim ve araştırma yaşamına halen ODTU-KKK’de devam etmekteyim. 

Evliyim ve 3 kız çocuğu babasıyım. Özellikle kız çocuğu olarak altını çizmek isterim ki özel bir ihtimam gerektiriyor ve bundan dolayı da çok mutluyum. Çalışmalarımda azimli ve sonunu getiren bir kişiliğim olduğunu belirtmek isterim. “Asla vazgeçmek yok” parolası sanırım karakterime çok uygun bir cümle…

Başarının sırrı sizin için nedir?

Aslında bu soruya doktora tezim ile ilgili bir konuyu anlatarak devam etmek istiyorum. Tez konusu metamalzeme ile ilgili. Metamalzeme, malzeme ötesi anlamına geliyor ve doğadaki malzemelerde bulunmayan özelliklere sahip olacak şekilde tasarlanan yapay malzemeler olarak tanımlanıyor. 

Bilim kurgu filmlerinden bilirsiniz. Onlarda yer alan görünmezlik kavramı elektromanyetik dalgayı istenilen şekilde yönlendirme yeteneği olan uygun metamalzeme tasarımları ile mümkün olabiliyor. Tabi, tanımlı olan dalga boyu ve frekans aralığı için. Doktora çalışmaları sırasında, daha önce de değindiğim gibi mevcut imkansızlıklara rağmen literatürde var olmayan bir metamalzeme tasarladım. Tasarım işi üretim ve deneysel doğrulama kısımlarına göre daha kolaydı tabi. Sırada üretim vardı. Nasıl yapmalı diye uzun bir araştırmadan sonra eski hatta antika sayılan kömürle çalışan demir bir ütü buldum. Sonrasında güç bela tasarladığım metamalzemeyi ürettim. 

Hata payını ölçecek bir mekanizma olmadığı için, birçok üretim yaptım. Bazıları bozuk çıktı ama aralarında deneysel doğrulama yapabileceğim üretimlerde vardı.

Yeni imkanlar yarattınız da diyebiliriz

Laboratuvarımızda vektör network analizörü olmadığı için uzun uzun hatta günlerce sürecek bir emek sarf edilerek osiloskop ile ölçüm yapmaya başladım. Bir yandan da, başka üniversitelerde vektör network analizörü olan bölümler ile yazışmaya başladım. Birkaç yerden olumlu cevap geldi. Bu sefer de masraflar ile ilgili sorunlar çıkmaya başladı. Tabi ki finansal destek bulmak kolay değildi. Ben de pamuk eller cebe diyerek en iyi ölçüm yapacağıma inandığım bir yere gittim. Sağ olsunlar çok iyi karşıladılar ve yardımcı oldular. Üzerine yaptıklarımı anlatınca da doktora sonrası çalışmalar için de iş teklifleri sundular. Ben ise yurt dışı tecrübesi kazanmak üzere başka bir yeri tercih ettim. Ama günün sonunda kazandığım tecrübelerle birlikte ülkeme hizmet için geri döndüm. Bunu da kısmet olursa  başka bir zaman anlatırım 🙂 

Ölçümleri aldıktan sonra, ölçümleri yaptığım grup ile de uluslararası iyi bir dergide ortak bir çalışma yayınladık. Sonrası ise konferans ve yayınlar ile Uluslararası Radyo Bilimleri Birliği URSI’nin verdiği ödül. URSI Genç Bilim İnsanı Ödülleri, URSI Genel Kurullarında elektromanyetik alanlar ve dalgalarla ilgili çok disiplinli araştırmalarda yenilikçi katkılar ve keşifler yapan uluslararası bir grup bireyi tanımak için verilmektedir.

Alanımızda kâr amacı gütmeyen en saygın kuruluşlardan birinden ödül gelmişti ve çok mutluydum.

Soruya dönersek benim için başarı…
Çalışmak, kararlılık ve vazgeçmemek.

Birkaç yıldır üst üste dünyanın en etkili bilim insanı listesinde adınızı görüyoruz. Üstelik bu liste dünyanın önde gelen üniversitelerinden Stanford tarafından yapılıyor. Bu konuya dikkat çekmek ve bu başarı yolunda yaşadığınız deneyimleri dinlemek isterim.

Sizin de belirttiğiniz gibi, Stanford Üniversitesinin yaptığı “dünya çapında en büyük bilimsel etkiye sahip araştırmacılar sıralaması” çalışması Elsevier BV tarafından yayınlanıyor. Bu sene de 2021 yılı için yeni bir çalışma yayınlandı. “Dünyanın En Etkili Bilim İnsanları” listesi; “kariyer boyu etki” ve “yıllık etki” olarak iki kategoride, 22 anabilim dalı ile 176 alt bilim dalında, dünya çapında ilk yüzde 2’lik dilimde bulunan bilim insanlarını kapsıyor. 

Listenin oluşturulmasında, akademik performansı değerlendirmeye yönelik nitelikli yayın sayısı, yayınların yer aldığı derginin etki değeri, patent sayısı, yapılan atıf sayısı, h-indeks, hm-indeks, makale sayısı, atıf alan makale sayısı ve atıf yapan makalenin yayımlandığı derginin etki değeri gibi uluslararası ölçütler kullanılıyor. Bilim insanlarının kariyerleri boyunca yaptıkları çalışmalar dikkate alınarak, oluşturulan sıralamada adı geçen ölçütler doğrultusunda çalışmalar yapabilenler listede yer bulabiliyor.

Listenin yayımlandığı ilk yıldan bu yana hem kariyer boyu toplam üretimi ile hem de tekil yıllardaki yayın ve araştırma performansı ile listedeki yerimi korumayı başardım. Bir de ek olarak Kampus Rektör Yardımcılığı görevini de sürdürüyorum.

Nasıl mümkün olabiliyor sorusunun cevabı ise “azim” olabilir. Engelleri yenme isteği… Öncelikle çalışmak. Tabi disiplinli bir şekilde çalışmak… Alanındaki güncel konuları düzenli bir şekilde takip etmek. Yeni çıkan konuları da bulunduğunuz konumda çalışabilir kılmak. Uluslararası bağlantıları sürekli olarak canlı tutmak. 

Öğrencilerden oluşan çalışma gruplarını da sürekli olarak yeni kavramlar ile beslemek. Yani aslında araştırma kısmını güncel tutuyorsunuz, devamı geliyor. Sizin de belirttiğiniz gibi en etkili bilim insanları listesi buna bir örnek.

Eğitim sistemimizi nasıl değerlendiriyorsunuz? Varsa eksik bulduğunuz yanlar ve potansiyel fırsatları aktarabilir misiniz? 

Bildiğiniz gibi dünya her zaman durmaksızın bir değişim ve dönüşüm içinde. Yaşam çok hızlı bir şekilde akarken, bunu görmek çok kolay olmayabiliyor. Pandemi esnasında da bunu çok açık bir şekilde gördük. Eğitim de bu değişim ve dönüşümün en önemli parçalarından biri aslında. 

Hemen hemen herkes kendi dönemindeki eğitim ve öğretime özlem duyar ama o zamanlarda sanırım kuşak değişimi/çatışmaları bu kadar farklı değildi.

İçinde bulunduğumuz yüzyılda geçmişe göre logaritmik ölçülerle ifade edebileceğimiz dönüşümler var. Bunu ben teknolojinin çok hızlı bir şekilde gerçekleşen gelişimine bağlıyorum. Aralarında çok büyük oranlarda etkileşim var. Örneğin bilgiye ulaşmak şimdilerde çok daha kolay. Yalnız teknolojinin yaratmış olduğu rahatlık ile maalesef özellikle öğrencilerimiz bunu tam anlamıyla kullanamıyorlar. Asıl can alıcı noktalardan birinin burada yatıyor olabileceğini düşünüyorum. 

Eğitimde birtakım değişimler mevcut ama üniversite sıralarına kadar yansıyacak bir dönüşüm maalesef mevcut görünmüyor. Bütün olarak ele almak gerektiğine inananlardanım. Yani, devlet okullarının durumu, öğrencilerin üniversiteye gitme oranları, kalite, eğitim seviyesinin durumu, yabancı dil eğitimi, öğrencilerin sınav başarı durumları, mezunların sayısı, iş bulabilme oranları gibi kriterlerin çok dikkatli bir şekilde incelenmesi gerekiyor. Zira dünya genelinde ülke sıralamaları da bu kriterlere göre yapılıyor. Yeni nesil eğitim modellerine de kulak kabartmamız gerekiyor. 

STEM (Science, technology, engineering, and mathematics – Fen, teknoloji, mühendislik ve matematik), STEAM ya da STEM-A (Science, technology, engineering, mathematics, and arts – Fen, teknoloji, mühendislik, matematik ve sanat) gibi yeni modeller öğrencilerin bir sonraki akademik kariyerlerinde daha etkili olanaklar sunuyor. Dünyada bununla ilgili bir fikir birliği de oluşmuş durumda. Dolayısıyla, bu gibi yeni nesil eğitim modellerinin bölgelerin karakteristik özellikleri de göz önünde bulundurularak incelenmesi anlamlı olabilir. Kapsamlı çalışmalar ve çalıştaylar ile sonuca varmak daha doğru olacaktır.

Başarılı bir nesil için yetiştirmek için bunlar yeterli mi? 

Klişeleşmiş “ezberci eğitimin” lafını da bir kez daha vurgulamak istiyorum. Kesinlikle uzaklaşılmalı. Öğrenciler üniversiteye gelirken bir takım temel bilgilerden yoksun bir şekilde geliyorlar. Akademisyenler ise ellerinde olan müfredatı bitirmek zorunda. Dolayısıyla geriye dönüp temel konuları yeniden anlatma gibi bir şansları yok. Gelen öğrenci temel kavramlara hâkim bir şekilde gelirse taş üzerine taş koymak daha kolay olacak.

Örneğin mühendislik öğrencileri için, öğrencilerin bir kısmı matematiksel hesaplamaları işleme konusunda yetersiz. Basit hesaplarla bile uğraşmaktan hoşlanmıyorlar. Genellikle matematiksel türetmelerde çok zorlandıkları için uzun süre aynı noktada takılıp kalabiliyorlar. Bu da öğrenmek zorunda oldukları ifadelerin arkasındaki anlamı kaybetme eğilimine yol açıyor. Karmaşık problemleri çözebilmeleri için de temel kavramlara karşı daha çok motive olmaları gerekir. Dolayısıyla lise ve üniversite arasındaki görünür olmayan senkronizasyon sorunu derhal ele alınmalı ve çözümler üretilmelidir. Bu şekliyle daha başarılı bir nesil yetiştirmek mümkün olacaktır.

Peki kaliteli bir eğitimi nasıl ölçeriz?

Eğitimde kalite, konu itibariyle çok yönlü ele alınması gereken bir mevzu. Her açıdan iyice düşünülerek yorum yapılmalı. Bazen, yalnızca kâğıt üzerinde sadece birtakım sayıların gösterilmesi ile kaliteli olup olmadığının anlaşılması mümkün değil. Ölçülecek değerlerin sayısallaşması önemli, ama bu değerlerin sayısallaşmadan önceki içeriği daha da kıymetli. 

Mevcut durumdan başlayarak beklentilerin karşılanması noktasına kadar, öğrenme performansından fiziksel yapıların durumuna kadar detaylı bir şekilde incelenmesi gerekiyor. Konu ile ilgili çok farklı modeller olmasına rağmen hepsinin tam anlamıyla her bölge için doğru sonuçlar vereceğinin garantisi yok gibi. Fakat konuya hakimiyet ile problemlerin ortaya konulması ve çözüm önerilerinin oluşturulmasına yardımcı oluyor. Bana göre eğitim kalitesi ilk olarak, eğitimin yapıldığı ortam ve fiziksel koşullardan başlıyor. 

Dünyanın değişim ve dönüşümü dikkate alındığında, ortamın büyük bir önem arz ettiğini görebiliyoruz. Eskiden olduğu gibi sadece tek bir odak alanından yayılan bir eğitim modeli olmamalı. 

Biraz daha açabilir misiniz?

Bir örnek verecek olursak, Rıfat Ilgaz’ın o tanınmış eserinin Ertem Eğilmez tarafından sinemaya uyarlanan Hababam Sınıfı’nda, Münir Özkul’un canlandırdığı öğretmen Mahmut Hoca’nın unutulmaz repliğin, hatırlatmak istiyorum.

“Okul sadece dört yanı duvarla çevrili, tepesinde dam olan yer değildir. Okul her yerdir. Sırasında bir orman, sırasında dağ başı. Öğrenmenin, bilginin var olduğu her yer okuldur.” 

Bu görüşe katılmakla birlikte değişen ve gelişen koşulları göz önünde bulundurduğumuz zaman eksik kaldığını anlayabiliriz. Burada kapılar artık teknoloji destekli eğitime çıkıyor. Teknolojinin tüm imkanlarından yararlanılarak bir sistem kurgulanmalı. Ortam ve teknoloji entegrasyonu sonrasında temizlik ve hijyen konuları geliyor. Bu çok bahsedilen ya da adı geçen konu ile ilgili demeçlere mevzu olan kavramla arasında değil ama olmalı. Bütünüyle tüm paydaş ve ortamın hijyeni kesintisiz eğitimin temel taşlarından biri olmak zorunda. Pandemi sırasında ne kadar önemli olduğunu da görmüş olduk. Ulaşım bir diğer sorun olarak ortaya çıkıyor. Özellikle büyük şehirlerde organize bir yapının kurulması şart. Bakın henüz içerik kısmına gelemedik bile. Herkesin eşit şartlarda eğitim almasını sağlamak gerçekten önemli de ondan. Müfredat anlamında, içeriklerin günün ihtiyaçlarına cevap verecek seviyede olması, eğitim yönetmeliklerinin uygunluğu, bilgilerin kullanılabilirliği, süre ve dokümanların yeterliliği, kaynaklara olan erişim diğer bir kategori. Bunların da dünyanın gidişatına göre uyarlanması gerekiyor. 

Z kuşağı ile iç içesiniz. Yıllardır akademi dünyasında olan biri olarak bu kuşağı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir süredir Z kuşağı ile yoğun bir iletişim içindeyiz. Aslında nesiller arasındaki farklılıkları en çok hissettiğimiz bir kuşak bu. Teknolojinin geçmişe göre en hızlı gelişip değiştiği döneme denk geldikleri için kendileri de bu değişime çok hızlı ayak uydurmak zorunda kalan grup… 

Neredeyse, dünyanın en genç ve en kalabalık grubu olarak tanımlanıyorlar. İnternet ve sosyal medya ile büyüdükleri malum. Bu da üzülerek ifade etmek isterim ki, Z kuşağının acımasızca eleştirenler tarafından teknoloji bağımlısı ve anti-sosyal olarak tanımlanmalarına neden oluyor. 

Bunun yanısıra, bazı şirketler kendi pazarlama stratejilerini geliştirmek için onları yakın zamanda dünyanın en büyük tüketici kitlesi olarak gördüklerinden dolayı (burada klişe bir terim kullanacağım: “tamamen duygusal sebeplerle”) onların özelliklerini, değer yargılarını ve eğilimlerini izliyorlar. Aslında bir de, bir önceki kuşağın (Y kuşağı) mirasına da bakmak gerekiyor. Teknolojiyi ve dijital çözümleri benimseme konularında Z kuşağına ciddi bir altyapı bıraktılar. 

Yaşama biçimi, meslek seçimleri, çalışma hayatı gibi konularda Z kuşağı kendi deyimleri ile iyi bir mirasa kondular. Bütün bu dönüşümlerin Z kuşağını, daha açık fikirli ve anlatıldığına mantıklı ise daha kabul edici yaptığını düşünüyorum. Ayrıca bu nedenlerden dolayı birçok sosyal hareketi de koşullara bağlı olarak desteklemektedirler. Teknolojiye bağlı olarak hızlı ve analitik düşünme yetileri gelişmiş diyebilirim.

Sizce Türkiye’de ve Kuzey Kıbrıs’ta bilime verilen önem yeterli mi? İstihdam alanları, mevzuatlar ve inovatif gelişmeler açısından yorumlar mısınız? 

Bence daha da geliştirilmesi gerekiyor. Türkiye bu noktada Kuzey Kıbrıs’a göre daha da ileride fakat Amerika, Almanya, Japonya gibi ülkelere göre değil maalesef. Bunu en önemli nedenlerinden biri teşvikler. Diğeri de mevzuatlar. Elbette daha birçok kıstas var ama bu ikisi çok önemli. İş gücünü de bunların arasında bir yere koymak gerekiyor. Bilim yapılması imkânsız demiyorum ama yeterli değil diyorum. Mevzuatların bir an evvel güncellenmesi ve teşviklerin hayata geçirilmesi bilimin gelişimi için çok önemli. 

Ayrıca bilimsel temel eğitimlerin ta ilkokul ya da ortaokul seviyelerinde verilmesi de, ekosisteme girecek olan iş gücü açısından önemli bir nokta. Bu bağlamda, inovatif ve girişimci eğitimler lise ve üniversite sıralarında aktif olarak verilebilir. Bu da tabi mevzuatların güncellenmesi ve altyapının buna göre yeniden tasarlanması ile mümkün olabilir. Kısacası, mevzuatların geliştirilmesi, teşvik programlarının ve fonlarının artırılması ile Bilim ve Teknolojide daha iyi yerlere gelebiliriz.

Son olarak burada genç ve dünyayı değiştirme amacıyla araştırmalara katılan, fikir veren güzel bir topluluk var. Sizden onlar için birkaç tavsiye rica edeceğiz. Sizi duyduklarını düşünün. Onlara neler söylemek istersiniz? 🙂 

Öncelikle eğitimlerinden asla vazgeçmesinler. Bazı durumlarda bu kolay olmayabilir ama kesinlikle ve kesinlikle eğitimlerini tamamlayacak yollar bulacaklarına inanıyorum. Ondan sonra da ömür boyu öğrenme ile fark yaratacak işlere imza atmalarını önerebilirim. 

Sloganları inovasyon ve sürdürülebilirlik olsun. Rekabetin her gün kızıştığı bir ortamda fark yaratabilirseniz daha iyi işler yapabilirsiniz. Çok basite indirgeyecek olursak, aynı özelliklere sahip iki gençten uçurtma uçurmayı bilen daha avantajlıdır. Bu yüzden, araştıran, okuyan, risk alabilen, sıradanlığın dışına çıkabilen, etki eden, gözlem yapan, heyecan katan, yani fark yaratan olun. Son olarak sevgiyle kalın…



Paylaşmayı unutmayın.

İlgili Sayfalar