Bar Psikoloğu ile Röportaj: Küçük Psikoloji Oyunları Üzerine
Geçtiğimiz günlerde Bar Psikoloğu Ferhat Aydın ile birlikte ‘Küçük Psikoloji Oyunları’ ismini verdiği sahnede harika bir sohbet gerçekleştirdik. ODTÜ Psikoloji mezunu bir terapistin nasıl girişimci olduğundan, girişimcilikten, psikolojiden ve hayata dair küçük ayrıntılardan bahsettik.
‘Aslında benim iki amacım var. Beni sahnede izleyen insanlar buradan çıkarken ya ”Benim terapiye ihtiyacım var, ben terapiye gitmeliyim!” ya da ”Benim aslında terapiye ihtiyacım yokmuş.” dedirtebilmek.’
Ferhat Aydın kimdir?
İnsan kendisiyle ilgili saatlerce konuşabilir ama sanırım o kadar vaktimiz yok. O yüzden daha genel anlatayım. Ferhat, birçok psikolog gibi hep psikolog olmayı istemiş ve Türkiye’de -bu mesleğin kendi içinde bulundurduğu sıkıntılı durumlardan dolayı- bir türlü tatmin olamamış ve hayalini gerçekleştirememiş bir psikolog… Sonrasında bir fikirle birlikte bambaşka bir yere sürüklenerek girişimci olan ve mesleğine farklı bir amaçla devam eden Bar Psikoloğu… Kısaca şöyle anlatayım; ODTÜ Psikoloji Bölümü’nden mezunum. Eğitimimi tamamladıktan sonra okullarda aile danışmanlığı yaptım. Birçok alanda ve birçok şehirde çalıştım. Fakat 4 yıldır sahne işi yapıyorum ve muhtemelen bu alanda da devam edeceğim. Öğrenciyken tek hayalim terapist olmaktı ama kültürel ve ekonomik olarak sektördeki sıkıntıları görüp buna bir tepki ile sahnede terapiyi anlatmayı tercih ediyorum.
Bildiğimiz kadarıyla Bar Psikologu Türkiye formatında bir ilk. Peki fikir nasıl gelişti? Bu girişim fikrine karşı aldığınız ilk tepkiler nasıl oldu?
Evet, aslında sadece Türkiye değil, dünyada bir ilk. Nasıl geliştiğine gelince; barda arkadaşlarımla otururken bir anda çıkan bir fikir değildi tabii ki 🙂 Hayatın bize yüklediği olumsuzluklarla baş etmeye çalışırken ‘Madem terapi yapamıyorum insanlara terapiyi anlatayım’ dedim ve bunu ara bir misyon edindim. İstediğim işi yapamamak beni yıprattı ve kendi yolumu, insanlara bunu anlatmakta buldum. Aslında benim iki amacım var. Biri, beni sahnede izleyen insanlar buradan çıkarken ya ”Benim terapiye ihtiyacım var ben terapiye gitmeliyim” ya da ” Benim aslında terapiye ihtiyacım yokmuş, bunu kendim giderebilirim” dedirtebilmek. Yani ne zaman psikologa gidilir, gitsem ya da gitmesem neler olacak gibi soruların cevaplarını verebilmek. Aldığım mesajlarda bunu gördüğümde de başarılı olduğunu fark ettim. ‘Ben psikoloğa gitmem!’ diyen insanların sahnede beni izlemesi mutluluk veriyor gerçekten.
Eminiz ki buraya gelenler çıkışta sizi durdurup bunu soruyordur. Biz de soralım aktif olarak terapi vermeye devam ediyor musunuz?
Aslında bar sahnesi beni tamamen terapi dışında bu işte ilerleme vesile oldu. Terapi veremiyorum çünkü burada beni izlemeye gelip şunu soruyorlar; ”Ofis ya da kliniğiniz var mı?” ”Nerede size seansa gelebilirim?”. Beni izleyenlerin seansa gelmesi pek de sağlıklı olmaz aslında. Düşünsenize, ”Dün böyle demiyordun?” diyecek insanlar var. 🙂 Bir de terapide şöyle bir kural vardır; 3Y kuralı yüksüz-yansız-yargısız. Beni izleyenler bir seansa gelse yargılarını da alıp gelecek. Bana bir yükleme yapar ve kendi görmek istediği noktaları terapide benden duymak ister. Açıkçası bu durumu pek sağlıklı bulmuyorum. Dolayısıyla hayır, aktif olarak terapi verdiğim bir yer yok.
Sizce Bar Psikoloğu sahnesinin popüler olmasının sebebi bunun ilk olması mı yoksa insanların buna gerçekten ihtiyaç duyması mı?
Gelenlerin büyük bir çoğunluğu nasıl bir akşam olacağını çok bilmiyor açıkçası. İlk bir saati ben konuşuyorum sonra diğer bir saati soru cevap kısmına ayırıyoruz. Farklı beklentilerle gelenler var tabii… Derdini soru cevapta anlatmak isteyen, bu meslekte ilerleyen ya da ilerlemek isteyenler var. Bunların hepsini modere etmek ve doğruyu vermeye çalışmak yorucu ama aslında çok da keyifli. Keyifli olmasa katlanılamazdı. Kimisi problemi çözmek isterken kimisi eğlenmek gülmek için geliyor. Farklı farklı taleplerle gelindiğini söyleyebiliriz.
Soru-cevap kısmı interaktif ilerlediği için muhakkak beklenmeyen tepkiler geliyordur. Sizi bu durumda en çok zorlayan konu ne oluyor?
İlk beş dakikada seyirciler ne anlatılıyor modunda oluyor açıkçası. İlk biralar içiliyor falan… Sonra tabii ki onun da etkisiyle yavaş yavaş rahatlıyoruz. İzlemeye gelen kitle de gayet güzel; düşünen ve saygılı insanlardan oluştuğunu düşünüyorum. Araya serpiştirilen ve bir elin beş parmağını geçmeyen anlarım oldu. Onlarda sorulan sorular ve tepkilerle ilgiliydi. İlginç sorularla karşılaşabiliyorsunuz ve orada sahnedesiniz. Bir şekilde durum toparlanır ama dediğim gibi bu durumu çok yaşamadım.
Bar Psikoloğu adından dolayı tepkiler aldınız mı peki?
Alkol ya da bira bir sembol açıkçası. Bütün amaç ruh sağlığını ve psikolojiyi konuşmak. Bunu rahat bir ortam içerisinde yapıyor olmak keyif veriyor insanlara. Tepkilerde gelmedi diyemem; fakat artık insanlar bu mesajı aldılar diye düşünüyorum. En azından gelip izledikten sonra böyle bir yargıları kalmıyor diye düşünüyorum.
O zaman bu soruyu sorabiliriz, Bar Psikoloğunun en sevdiğiniz bira nedir?
Haha, bunu daha önce kimse sormamıştı. Weihenstephener diyelim eğer yoksa Erdinger de olur 🙂
Bu işin altında yatan felsefeyi sorsak. Bar Psikoloğu’nun hayata dair bir felsefesi var mı?
İçmek 🙂 Şaka yapıyorum. 6 ay önce, 1 sene önce ve 3 sene önceki Ferhat’a baktığımda; her geçen zaman ilgi duyduğum ve okuduğum şeyler değişiyor. Tüm bunlardan dolayı ben de değiştiğimi düşünüyorum. Bir psikolog olarak insanlara önemli olanın muhabbet ve dertleşmek değil, hayatın yeterince anlamsız olduğu anlarda bile bir anlamın olduğunu alttan bir mesajla iletmek. Bu da benim felsefem diyebiliriz. Benim amacım biraz da insanların kulağına kar suyu kaçırmak aslında. ”Aa, böyle bir şey var.”, ”Bir de buradan bakalım mı?”, ”Çok ilginç değil mi?” diyerek meraklandırmak. İnsanlara göremediğini onlara göstermek. O kadar dert anlatan bir insana, ”Hayatında iyi giden şeyleri konuşsak?” desem kalır. Oysa ben dışarıdan onun güzel yanlarını görebilirim.. Sabah dişin ağrıdığında böbreğim neden ağrımıyor diye düşünmüyorsun çünkü. Odaklandığımız şey büyük bir problemmiş gibi geliyor. Anlaşılıyor olmak gerekiyor.
Psikoloji bağlamında insanlara nasıl farkındalık sağlayabiliriz?
Düşünen değil yapan kazanır. Zihinsel geviş getirme dediğimiz bir şey var. Sürekli böyle aynı şeyleri döndürüp dolaştırdığında bir süre sonra tüm vücut kimyanız değişiyor ve hayata bakış açınız daha depresif bir hale geliyor. Öncelikle, soru sormayı bırakmamalıyız. ”İyileşmenin ilk şartı şaşırmaktır.” diye bir laf var mesela. Evden hiç çıkmamaya da ihtiyacımız oluyor elbette. Depresif hissedip geri çekilmek de isteriz. Yapalım da zaten ama soru sormayı bırakmadan!
İnternet alışkanlığı sosyal medya bağımlılığına dair ciddi araştırmalar yapılıyor. Siz gelecek nesli bağımlılık konusunda nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kendi hayatının sorumluluğunu almaktan kaçan bir nesil var. İşe gitmekten bahsetmiyorum. Duygulara sahip çıkmak ve kendi hayatını eline almaktan bahsediyorum. İşimiz zor sanırım. Bir tık daha iletişim ve muhabbetin azalmasıyla artık yapay zekalara dert anlatacak bir nesil geliyor. ABD’de de insanlara, ”Yapay zekadan terapi almak ister misiniz ?” diye sorulduğunda yüzde 90 ”Evet” diyor. İşte tüm bunlar, insanın duygudan kaçışı ile ilgili bir durum ama insan duygudan uzaklaştıkça bir robota dönüyor. Şu an çocukların oyuncaklarına bakın! İnanılmaz sesler çıkaran, çok sesli ve çok tuşlu oyuncaklar var. Çocuğun yaratıcılığını öldürmek istiyorsanız bunlardan alın. Bir çocuğun eline havlayan bir köpek verdiğiniz zaman o çocuk o köpeği havlatmaktan vazgeçiyor. Elbette çocukları konuşacaksak önce anne babayı ele almamız gerekiyor. Umarım sandığımızdan çok daha farklı bir nesil gelir…
İşte geldik malum soruya…
Türkiye’ye bir hastalık ismi verseydik bu hastalık ne olurdu? Bunun ilacı ne olurdu?
Öncelikle ruh hastasıyız, onu kabul ettik herhalde değil mi? 🙂 Burada kadınlar ve erkekler diye ikiye ayırmak lazım. Erkeklere düşünürsek kolektif bir narsisizm var ortada bence. Narsist denildiğinde ukala, kendini beğenmiş gibi düşünüyor insan. Ama değil! Narsist denilince aklımıza gelmesi gereken iki kelime var. Bir tanesi değersizlik diğeri ise yetersizlik… Bazı konularda yetersiz olduğunun farkına varmayan, bunu dillendirmekten kaçınan, güçlü görünmek isteyen Türk erkeğinin bir kolektif narsisizm durumu var bence.
Kadınlarda da sınırda bir hal var. Duygu anlamında bir gidip gelme hali var. Bir yandan hislerine güvenmek isterken bir yandan da eğitim seviyesi ve düşüncelerin artmasıyla birlikte çatışma yaşayan ve doğru eylem çelişkisine düşen birçok kadın örneği görüyorum. İlaçla düzelecek bir durumda da değiliz.
Çözüm bizden geçti tabi ama bizden sonraki nesil için okul öncesi dönemde duygu ile ilgili farkındalık çalışmaları benim için kritik. Şu an ne hissediyorsun soru çok basit bir soru ama Türkiye’de insanların en zor cevapladığı sorulardan biri bu. Duygu okuryazarlığımız yok aslında. Davranışımızın ne olması gerektiğine karar verebilmek için duygu okumayı bilmek gerekiyor. Örneğin; birçok insan öfkelendiğini zannediyor ama o an esas mesele öfke olmuyor. Ya kıskançlık var orada ya utanma ya da engellenmişlik… Sonra ”Ben de öfke problemi var.” diyorlar. Sadece duygularının farkında değiller ve ifade edemiyorlar.
” Okul öncesi dönemde; çocuklar için kadın ve erkeğin eşit değerde olduğunu, insan olarak bütün duyguları hissedebildiğimizi anlatmak gerek. Kültürel olarak bu ülkede erkeğin duygusunu göstermenin zaaf olarak kabul ediliyor. Bunun için bir süre sonra cool adamlar ortaya çıkıyor. Cool, duygusuz aşık olmayan şaşırmayan bir tiptir. Kadınlar içinde bazı yakıştırması yapılıyor aslında. Dönüp dolaşıp geldiğimiz nokta sağlıklı ve etkili iletişim ve duyguları ifade etme becerisi. Başka bir çözüm yolu bilmiyorum.”
Ferhat Aydın’ı izleme fırsatı bulamamış olabilirsiniz ama onu daha iyi anlamak isterseniz onu TedxTalks kanalından da izleyebilirsiniz.
Ve son…
İlgili, anlaşılır ve eğlenceli bir psikoloji anlatıcısı olarak izlediğimiz Ferhat Aydın’a bu içten tavır ve samimiyeti için sonsuz teşekkürlerimizi sunarız.
Harika bir sohbet gerçekleştirdikten sonra sahnede kendisini izleme fırsatı da bulduk. Tabii ki hayranlığımız bir kat daha arttı. Merak edip bu sahneyi görmek isteyen olursa diye aşağıya etkinlik takvimini de bırakalım.
Şimdiden keyifli seyirler…