Yaratıcılık ve Gelecek Hakkında Bilmemiz Gereken 3 Şey

Paylaşmayı unutmayın.

Yaratıcılık, güzellik, estetizm ve birtakım sanatsal faaliyetler üzerine bir yazı okumaya hazır mısınız?

Kendi çalışan arabalar ya da bir yapay zeka operası hayal edin! Bunlar cesur, yeni bir dünyaya ilham veren, distopik ve heyecan verici şeyler mi sizce? Bunlar artık gelecek için heyecan verici fikirler değil ve çok mümkün. Leuven isimli bir girişimci Belçika’da küçük bir festival ile bunu kanıtlamayı amaçladı  ve dört günlük etkinlik, tasarımcılardan sanatçılara, mühendislerden bilim adamlarından, araştırmacılardan ve ürün geliştiricilerinden çok sayıda reklamcılığa kadar geniş kitlelerin gelen konuşmalarını, demoları, sergileri, müzikleri ve performansları içeriyordu.

Festival ortakları hedeflerini açıklarken “Teknoloji ve günlük hayat arasındaki sınırları, teknolojik yenilikler ve sanatsal yaratıcılık arasından koparmaktır.” diyor ve teknolojiye bakış açımızı başka bir boyutta değerlendiriyordu.

Öyleyse biz de “Teknoloji, sanat ve yaşam sizce nerede kesişir?” sorusunu 3 madde ile özetleyelim!

1. Robotlar tüm işlerimizi elimizden alamaz

Bu söz birçoğumuzu rahatlatıyor olmalı…

Geleceğin şehir manzaraları üzerine yaptığı konuşmada, Hollandalı sanatçı ve yenilikçi Dann Roosegaarde, kentsel yaşama dair bir dizi iyimser ve becerikli yaklaşımlar sunmuştur. Örneğin; bu kötü şeyleri havadan emen bir tür duman sıkıştırıldı ve elmas haline getirildi. Zengin ürün tasarım öyküsünün yanı sıra, aynı zamanda 2020’de işçiler için en çok aranan özellikleri belirleyen Dünya Ekonomik Forumu’ndan bazı yüreklendirici veriler de gösterdi:

  1. Karmaşık problem çözme
  2. Kritik düşünce
  3. Yaratıcılık

Peki, onların ortak noktaları ne?

Onlar robotların her şeyi yapabilmesi konusundaki beklentilerin yanlış olduğunu söylüyor. Eleştirel olarak bakarsak bu düşünceden çıkmanın bir yolu olduğunu görebiliriz belki de!

Daan Roosegarde, Dumansız Halka

2. Sanat kurumlarından bilime daha fazla destek

Olafur Eliasson’un The Weather Project’i en büyük kamusal sanat projelerinden biri olmuştu. 2003 yılında Tate Modern’in devasa Turbine Salonu’nun güneş ışığı altında yıkanması ve dünyayı tümüyle kendi sisiyle kaplamasıyla devasa bir olay gerçekleştirmişlerdi.

Eski bir Tate Modern yönetmeni olan Chris Dercon, ilk başta personellerin şok olduğunu ve bundan rahatsızlık duyduğunu söylerken ziyaretçilerin anında “piknik alanı, anaokulu, insanların kendi eserlerini göstermeleri için alan” olarak kullanmaya başladıklarını söyledi. Hava Durumu Projesi ile ilgili sorunun bir çözümünün olduğunu da kabul ettiler. Sonrasında ise salon “topluluklar inşa etmek” için hareket eden bir yer olmaya başladı.

1960’lı yılların başlarından beri sanatın bilime katılımı ciddi bir şekilde artış gösterdi. Fakat bu her zaman bir kurumun nihai hedefi olması gerektiği anlamına gelmiyor tabii ki. Deacon bu konu hakkında da uyarıyor bizi: “Katılım, ne yapabileceğimizi dikkatlice düşünmemiz gereken bir şeydir ve sahte bir cehennem de olabilir.”

Olafur Eliassion, Hava Projesi Fotoğraf: Olafur Eliasson / Tate, Londra

3. Güzellik her zaman önemli olacak

Stefan Sagmeister’in konuşmasına gelelim. Güzelliğin izleyicinin gözünde olduğunu belirterek başlıyor. Aslında neyin güzel ya da çirkin olduğu hakkında oldukça evrensel fikirlerimiz var. Bunu izleyiciye beş farklı renkte bir slayt göstererek çoğunluğun en çok beğendiği ve beğenmediği şeyi kanıtlamaya çalışıyor.

Sagmeister’in konuştuğu şey hemen hemen her yerde ortaya çıkan sonuçlar ile neredeyse aynı. Bu ham deneyin sonuçlarında, kahverengi bir dikdörtgenin en az tercih edilen şey olduğu ortaya çıkıyor. En modern bina tasarımlarının temelini hatırlayın! Sagmeister, mimarlıktaki bu “çirkinliğin” büyük bir kısmının Adolf Loos’un, yeni nesil mimarlar tarafından “kasten yanlış anlaşıldığını” söylemesi sayesinde izleyiciler tekrar düşünüyor. Sagmeister ise sözlerine şunları ekliyor: “Dünyayı hala bununla uğraştığımız psikotik benzerlikle kaplıyor.”

yaratıcılık

Sagmeister’in işaret ettiği gibi, güzellik bizi mutlu ediyor. Güzelliğin neden bu kadar önemli olduğunun birkaç nedenini özetliyor ve gelecekte nasıl olacağını şöyle anlatıyor:

1. Güzellik = İnsan olmanın bir parçası

2. Üniversite Koleji Londra Psikoloji ve Tıp Eğitimi Profesörü Chris McManus’un Mondrian görüntülerinin etrafında bir test geliştirdiğini kabul ediyoruz. Hemen hemen herkesin gerçek olanı tespit edebileceği sonucuna ulaşıyoruz.

3. Aklımızı kaybettik diyelim yine de güzelliği tanıyabiliriz. Bir çalışmada Alzheimer hastalarından, güzel olduklarını düşündükleri ünlülerin fotoğraflarını koymaları istendi. Aynı test iki hafta sonra, önceki testin hafızası olmadan  o hastalar üzerinde tekrar yapıldı ve sonuçlar tam olarak aynıydı. Sagmeister, “Duyularımızın çoğu gittiğinde bile güzellik anlayışımız devam ediyor.” diyor.

Gerçekten güzellik kim olduğumuzun bir parçası ya da insan olmanın bir parçası mı?

Hayal gücünüzü takip edin, yeni düşünceler peşinde koşmayı, sorgulamayı, tekrar tekrar yanılmayı göze alarak çalışın. Bir gün muhakkak gerçek güzelliğin ve mutluluğun yol alabildiğince sizlere eşlik edeceğini unutmayın.

Paylaşmayı unutmayın.

İlgili Sayfalar