Yürümenin Felsefesi

Paylaşmayı unutmayın.

Yürümenin tarihi de insanlığın tarihi kadar eski. Tarihe, filozoflara, sağlığa ve daha birçok şeye anlam katan bu eyleme bir bakalım. Yürümenin felsefesi olur mu diye soruyorsanız gelin birlikte inceleyelim.

Antik Yunan filozoflarından bu yana birçok yazar, sanatçı, bilim ve iş insanı yürümekle düşünmek arasında bir bağ kurdu. Frederic Gros’a göre bunun sebebi çok basitti. ‘‘Bir kez ayakları üstüne dikildi mi, olduğu yerde kalamaz insan.”

Yürümenin gücü

Bundan tam 2 bin 600 yıl önce Hipokrat, “insanın en iyi ilacı yürümektir” demişti. Yaklaşık 120 yıl önce dünyanın en ünlü bilim insanlarından Charles Darwin, Downe House adlı evinin etrafındaki parkurda yürüdüğünü ve bu yürüyüşler sırasında sıkça düşündüğünü söyledi. Daha güncel tarihlerde Steve Jobs, Mark Zuckerberg ve daha pek çok ünlü iş insanının toplantılarını yürüyerek yaptığını öğrendik.

Hatta tüm bunlar için kafa yormaya başladığımızda Stanford Üniversitesinde yapılan bir araştırmaya denk geldik. Bundan 6 yıl kadar önce… Stanford’dan Marily Oppezzo ve Daniel Schwartz adlı iki araştırmacı yürüyüşlerin insanların ilhamını artırıp artırmadığını test etti. Yürüyen ve oturan insanların yaratıcılık düzeylerini ölçtü. Tahminler doğruydu ve yürüyen insanların yaratıcılık ölçümleri oturanlara oranla yüzde 60 daha fazlaydı…

Üç kutuplu mücadele – Yürümenin felsefesi

“Three Poles Challenge”, dünyanın iki ayrı kutbuna ve Everest Dağı’nın zirvesine kimin ulaşacağını belirlemeye çalışan açık bir mücadele olarak geçiyor kaynaklarda. 1953 yılında Edmund Hillary bu üç görevi yerine getiren ilk kişi oldu. Kaynaklarda böyle iddia ediyor ancak Guinness tarafından yapılan açıklamalar farklı. Zira kaynaklar Edmund’un Kuzey Kutbu’na uçarak ulaştığını ve yürümediğini söyleyerek bu iddiayı reddediyor. Norveçli yazar Erling Kagge ise her iki kutba ve Everest’e yürüyerek ulaşan, mücadeleyi tamamlayan ilk insan olarak kabul ediliyor.

@ErlingKagge

1990 yılında Kuzey Kutbu, 1993 yılında Güney Kutbu ve 1994 yılında Everest Dağı’nın zirvelerine ulaşan Kagge, iki yıl önce “Yürümek (Walking)” adını verdiği kitabında kendi gözlemlerini ve deneyimlerini yürüme eylemini savunan tüm düşünürlerle birlikte anlatıyor. “Yürümenin kalbinize, ciğerlerinize ve iklime nasıl yardımcı olacağına dair bir kitap yazabilirdim” diyor, Kagge. Hatta bu yarısının da oldukça önemli olduğunu dile getiriyor. Ancak Kagge, kitabında yürüme eyleminin bir diğer yarısına odaklanmak istediğini belirtiyor. Yürümenin hayatlarımızı nasıl değiştirdiğini, düşüncelerimize ve duygularımıza neler yaptığını anlatmak istediğini ifade ediyor.

Erling Kagge’ye Güney Kutbu’na nasıl yürüdüğünü sorduklarında, “Önce bir ayağımı öne uzattım, sonra da diğerini. Bunu yeterince tekrarlayınca kutba kadar gidebiliyorsunuz” diyerek yürümenin abartılan ancak kararlılıkla yapıldığında ne kadar kolay bir eylem olduğunu hatırlatıyor.

Düşünce için yürümek – Yürümenin felsefesi

İki nokta arasında düşünmeden yapılan adım atma hareketine nasıl anlamlar yüklüyorsak, tarihten öğrendiğimiz gibi yürümeyi de bir çeşit inzivaya, meditasyona, sanata, hatta politik bir eyleme dönüştürebiliriz. Yürümeyi bir yere ulaşma amacı olarak görmek yerine bilinçle yaptığımız bir faaliyet olarak görebiliriz.

Aydınlanma Çağı düşünürlerinden J. J. Rousseau gibi… Rousseau, yürüme hikâyelerinde kendi dönüşümüne yer verir ve adım atmaya başladığında dönüşümün de gerçekleştiğini hatırlatır. İtiraflar adlı kitabında yürümeye dair itirafını ise şöyle yapar Rousseau: “Yalnızca yürürken derin düşüncelere dalabiliyorum. Durduğum zaman, düşüncelerim de duruyor; zihnim yalnızca bacaklarımla birlikte hareket ediyor.

@ForrestGump

18’inci yüzyılın İngiltere’sine gidelim. Yürümek o tarihlerde yoksullara has gibi görünüyor. Seyyar satıcı ya da kent haydutlarından biri değilseniz uzun yürüyüşlere ihtiyacınız yok. Ancak yüzyılın sonlarında bir yazara rastlıyor insanlar, yolda olmaktan çekinmeyen William Wordsworth. Wordsworth, insanın doğayla bağ kurmasından bedenini ve ruhunu tatmin etmesine kadar gerekli bir eylem olarak görüyor yürümeyi. Yolun tüm şiirselliğini düşünceleriyle birleştirdiğini iddia ediyor.

İnsanlık tarihi yürümenin geçmişiyle paralel

Yürüme eylemini hayatla özdeşleştiren bir yazarı hatırlayalım şimdi. İnsanın en önemli edimleri arasında gördüğü yürümeyi bir metafor olarak görmek yerine ona hayat kazandıran bir yazar Rebecca Solnit. Yaşamın da bir yolculuk olarak görülebileceğini söylüyor. Sonit, yaklaşmaya çalıştığımız hedeflere, kat ettiğimiz yollara ve gözle görülür başarılara kadar yürümenin tarihinden bahsediyor. “Yol Aşkı – Yürümenin Tarihi” adlı kitabında.

“Labirentler, hac yolculukları, dağ tırmanışları, açık seçik ve arzu edilen bir varış noktası olan doğa yürüyüşleri; bunların hepsi bize bahşedilen zamanı, duygularımızla kavrayabileceğimiz manevi boyutlara sahip -kelimenin gerçek anlamıyla- bir yolculuk şeklinde algılamamızı sağlar” diyerek bir amaç uğruna yapılan yürüyüşlere odaklanır.

@unsplash

Protestolara, devrimlere ve direnişlere kadar uzanıyor bu amaçlar. Hatta kadınların tek başına uzun yürüyüşlere çıkamamasını hatırlatır bizlere. Tarih boyunca yasaklara maruz kalan kadınlara bakalım. Yürümek ve kent sokaklarında dilediği gibi gezebilmek de yasaktı elbette. Yürümek bir yerden sonra anlam buldu. Yasak kalktı ancak bu sefer bir amaç uğruna başlatılan politik yürüyüşlerle yeni bir yasak başladı.

Rebecca Solnit de yürümenin tüm detaylarını incelerken hayattan onu koparmamamız gerektiğini söylüyor tüm bunları anlatırken. Üstelik odağını her daim özgürlük, eşitlik, toplumsal cinsiyet, ekoloji ve emek gibi insanlık tarihinin önemli meselelerinde tutuyor.

Mesele her ne ise son sözü yine ilk söze getirelim ve ayağa kalkalım. Çünkü “Bir kez ayakları üstünde dikildi mi, olduğu yerde kalamaz insan.”

Bonus: Okuma Alışkanlığı Kazandıran Kitap Önerileri

Paylaşmayı unutmayın.

İlgili Sayfalar