Favori Markamız Bir İnsan Olsaydı Onu Nasıl Tanımlardık?
Seçtiğimiz ürünleri neden seçiyoruz diye hiç düşündünüz mü? Bir sabun diğerini, bir televizyon bir başkasını ya da aklınıza gelebilecek herhangi bir şey neden diğerini almaya zorlar? Tüm bu soruların cevabı markalaşma ile ilgilidir. Favori markamız ise kendimizi güvende hissettiğimiz, kişiliğimize uyduğunu düşündüğümüz ve yakın hissettiğimiz biri gibidir. Kısacası çekici marka psikolojisinin nasıl işlediği ile ilgilidir.
Marka, her şeyin hem başlangıcı hem de sonudur. Farkında olalım ya da olmayalım her zaman her yerde markalar vardır. Yaşamımız markalarla doludur ve iyi olanlar karmaşanın içinde onları seçmemiz için bizlere nasıl yardımcı olacağını bilirler.
Tüketiciler olarak marka seçmek için birçok sebebimiz var. Bazı markaları seçiyoruz; çünkü statü sunuyorlar. Bazılarının ise kalitesine güveniyoruz ve en önemlisi fiyatlarına bakıyoruz. Ancak bazıları yalnızca en bilindik ve en konforlu oldukları için güvenimizi kazanıyor.
Peki, tüketicilerin bildiği ve güvendiği bir marka nasıl yaratılır? Bir işletme nasıl yoldaş, en iyi arkadaş ve ilk tercih haline gelir? Tüm bunlar tüketicileri anlamaktan geçiyor.
Şimdiyse tüketicileri anlamak, çekici bir marka kimliği oluşturmak ve markayı ilk seçenek haline getirmek için psikolojiden nasıl yararlanılabileceğini açıklamaya çalışacağız.
En sevdiğiniz markayı bir insan gibi tanıtabilir misiniz?
Favori markamız en iyi arkadaşlarımız ve en sevmediğimiz markalar ise kötü hatırladığımız eski sevgililerimiz gibi gelir. Ancak baktığımızda her iki şekilde de markaları belirli bir kişilikle bağdaştırdığımızı söyleyebiliriz. Tüketiciler olarak yardım edemiyoruz; ancak araştırmalar, markaları kendi içimizde hümanize ettiğimizi bizlere gösteriyor. Bunun sebebi aldığımız bilgiyi sahip olduklarımızla bağlantılı hale getirmemizdir. Marka, kişileştirilmiş bir şirkettir; şakalarına güler, duygusal bir hikaye anlattıklarına ağlar ve PR hatalarını dinleriz.
Marka yaratmak; insanların sevdiği biri iş ortaya çıkarmak, markayı insanlaştırmak ve bir kişilik yaratmak yönündeki eğilimlerinin karşılanmasını gerektirir.
Bir işletmenin ürün paketlerinden reklamlarına kadar yaptığı her şey bize onun kim olduğunu ve güvenilir olup olmadığını söyler. Bir işletmenin dikkatimizi çekmek için bizimle duygusal bağ kurabilecek bir kişilik yaratması çok önemlidir. Bunun için de işletmelerin yalnızca kim olduklarını ve ne sattıklarını bilmeleri değil bizim kim olduğumuzu, ne yaptığımızı ve ne duymak istediğimizi de bilmeleri gerekir.
Markalar bize benziyor mu?
Bir marka eğer en iyi arkadaşımızsa bizimle aynı şeyleri sevmeli, mizahımızı anlamalı ve dilimizi konuşmalı yani bizim dünyamıza uymalıdır. Nitekim tüketiciler kendi algılarını yansıtan markaları çekici bulmaktadır. Bir araştırma, tüketicilerin bir otomobil markasını kendilerine benzer bulduklarında güvenilir olma beklentilerinin arttığını, yaşamlarının önemli bir bölümünü paylaştıklarını ve onlara iyi davrandıklarını göstermiştir.
Fakat müşteri gibi görmek denklemin yalnızca bir parçası çünkü gerçekten başarıyı yakalamak için markanın nasıl görünmek istediği, o anda müşterinin kim olduğu ile değil, müşterinin kim olmak istediği ile alakalıdır.
Bizi “kendimiz” gibi hissettiren markaları seviyoruz:
Sağlıklı ben, sorumlu ben, akıllı ben, başarılı ben, çekici ben…
Bir işletmenin kendimizi nasıl tanımak istediğimizi bilmesi çok önemlidir. Mesela ebeveynler için: “Kendimizi çocuklarımızın yaşamlarıyla yakından ilgili görüyor muyuz? Her oyuna katılmak, yiyeceklerini hazırlamak ve en coşkulu tezahüratları yapmaktan gurur duyuyor muyuz? Yoksa kendimizi başka şeylerle mi gururlandırıyoruz? Bir satıcı, kendimizi nasıl gördüğümüzü anlayabilir ve bize yansıtabilirse uzun ve başarılı bir ilişkiye giden ilk adımı atmış olur.
Favori markamız bize nasıl hissettiriyor?
İnsanlar olarak duygularımız tarafından yönlendirildiğimizin farkındayız. Kendimize ne kadar rasyonel olduğumuzu söylesek de aldığımız kararların çoğu duygusal dayanaklı. Kendimizi daha iyi hissettiren, daha iyi olmamız adına bize ilham veren, duygularımızı ve inançlarımızı destekleyen markaları seviyoruz. Araştırmalar, bir ürünü satın almak istediğimizde bir reklama verdiğimiz duygusal tepkinin reklam içeriğinden çok daha etkili olduğunu göstermektedir.
Peki, hangi duygularla motive oluyoruz?
Tüketiciler olarak harekete geçmemiz için güven ve empati duymamız gerekiyor.
Bir şirket, ürününü iyi yapan özelliklerin ayrıntılarında boğulmak yerine ürünlerinin duygularını satmaya odaklanmalıdır; çünkü bu, bir şirketi rekabette öne geçiren bir avantajıdır. Bir şirketin yetkin ve güvenilir olduğunu, bizlere yürekten, en iyi şekilde ilgilendiğini bilmemiz gerekiyor.
İyi bir marka bir logodan çok daha fazlasıdır. Tüketicilerle bağlantı kuran, görsel bir kimlik ve duygusal temalarla tamamlanmış bir marka kimliği sistemidir. Tüketici psikolojisinin gücünden yararlanan markalar müşterileri kazanır, sadakatini arttırır ve netice olarak rekabeti aşar. Markalaşma, bir ürünü diğerine tercih etme sebebimizdir. Bizleri yansıtması ve bizlere ilham vermesi için markaların gözlerinin içine bakıyoruz!