Bir “Like” Sizi Zengin Edebilir Mi?
Müşteri iletişiminde, “Lütfen şikayetinizi bizimle, memnuniyetinizi başkalarıyla paylaşın” köprülerinin altından öyle çok sular aktı ki… O zamanlar, ne zamanlardı anımsamaz olduk. Şimdilerde ise, hem kişisel olarak bizlerin hem de milyarlık markaların emeğinin karşılığını matematik olarak aldığı bambaşka kayda değer bir kriter ortaya çıktı. Bu ise, sosyal ağ hesaplarındaki paylaşımların kapabildiği “like” adedi oldu.
Markalar her gün arka arkaya paylaştıkları video, spot ve reklamlarla birlikte Facebook ya da farklı ortamlarda bol “Like”lık bir isim olabilmenin yollarını aramaktalar. Son zamanlarda birçok iletişimci ve marka danışmanı, insanların eskiye oranla daha az televizyon izlediğini ve daha çok internette vakit geçirdiğini belirtiyor. Geçmişte, dirhemle satılan dizi arası reklam kuşakları, popülerlik yarışında internet dizilerinin sanal reklamları arasında küme düşmeye başladı bile.
Takibe Yakın Takip!
Facebook, Twitter, Instagram, Snapchat gibi sosyal mecralarda hedef kitleyle buluşmanın çok daha kolay olduğu düşünülürse; markaların artık gözünü büyük oranda neden bu alanlara diktiğini anlamak pek de zor olmuyor. İşte tam da bu nedenle bugün hemen hemen birçok şirket reklam ajanslarının yanısıra sadece sosyal medya hesaplarını yönetme sorumluluğunu da farklı sosyal medya ajanslarına bırakmış durumdalar.
Bu arada hedef sadece takip ve beğeni değil elbette. Beğeni ve takipçi sayısı kadar hedef kitleyle şeffaf ve direkt bir ilişki kurup, gerek memnuniyet gerekse şikayetlerden daha hızlı ve etkili bir şekilde haberdar olmak önem kazandı. Bu ise iletişimin iki yönlülüğü ayrı bir artı durumuna taşımaktadır.
Son yıllarda, Türkçe karşılığını pek oturtamadığımız bir kavram da tam da bu nedenle hayatımıza girdi; “Engagement”. Bu terim, insanların bir markayı beğenmesi, marka ile ilgili yorum yapması ve bunları çevresiyle paylaşması anlamında kullanılmakta. Markalar, kullanıcıları “engage” edebilmek için de internette arka arkaya filmler, reklamlar yayınlayıp; anlaştıkları bloggerlar vasıtasıyla da markanın isminin her an her şekilde duyurulmasını sağlamaya çalışmaktalar. Bunun sonucu olarak, sosyal medyada engage edildikleri oranda satışlarının artacağına inanmaktalar. Sonuçta; internette sık sık yer almak, mümkün olduğunca beğeni ve yorum toplamak, getirisinin tam olarak belirlenemediği bir boyut. Bu belirsizlik, firmaların konudan uzak durmasını sağlamıyor. Bugün pazarlama çevreleri televizyonun etkisinin azaldığını, gençlerin televizyon izlemekten uzaklaştığını düşünüyorlar. Fakat televizyon her şeye rağmen bu savaştan geri adım atacak gibi durmuyor. Böylelikle, televizyon izleyicilerinin beklentileri ve zevkleri, kanal sahiplerini farklı projelere ve yapımlara yönlendiriyor ve en çok izlenenlerin reklam kuşakları, hala saniyesi yüzlerce bin dolardan alıcı buluyor.
Televizyon mu? İnternet Mi?
Tüm bu çabaların yanında, pazarlama arenasında yapılan birçok araştırma da insanların bir markayı beğenmelerinin, o marka hakkında yorum yapmalarının ya da moda tabirle “engage” olmalarının, o markayı satın almaları anlamına gelmediğini net olarak kanıtlıyor. Bununla birlikte de maalesef o kişilerin arkadaşlarının da çok farklı bir davranış modeli sergilemesine yardımcı olmuyor. Dolayısıyla sosyal medyada küçük bir kullanıcı grubunun bir markayla olan tutkulu ilişkisinin, bütün kullanıcılarda mevcut olduğunu varsaymak çok da doğru değil. Bugün hala pek çok ülkede kitlesel pazarlamanın en etkili ve en değerli mecrasının televizyon olduğu düşünülse de televizyon reklamlarının değerini sosyal medya beğenileri ile kıyaslamak da çok sağlıklı değil.
Hal böyle olunca da biz tüketicilere daha uzunca bir süre sevdiğimiz dizileri elimizde telefonlarımızla takip etmek, televizyonlarımızı izlerken bir yandan da sosyal hesaplarımızda neler döndüğünü kontrol edip sağa sola yorum yazmak düşecek gibi görünüyor. Çünkü henüz sosyal medya ve televizyon savaşının kazananının kim olacağı uzunca bir süre belli olacağa benzemiyor gibi.