Antik zamanların sesi: Arkeomüzikoloji
Dünyanın dört bir yanından yükselen ninniler, kaybolmuş uygarlıklardan geriye kalan anıtlar, kil tabletlere yazılmış eserler ve antik zamanların müziği… Arkeomüzikoloji antik dünya hakkında bilgi edinmek için bizlere yeni bir yol sunabilir mi?
Bir grup araştırmacı,Toulouse Doğa Tarihi Müzesindeki arkeolojik eserleri incelemek için Fransa’ya doğru yola çıktı. Bu esnada 18 bin yıllık dev bir deniz kabuğuna rastladı. 1931 yılında Pirene Dağları’nın eteklerinde bulunan Marsoulas mağarasında ortaya çıkarılan bu eser, yıllardır sıradan bir deniz kabuğu olarak biliniyordu. Geçtiğimiz yıla kadar… Arkeologlar deniz kabuğunu incelemeye aldı. İlk önce, bazı oyukları fark ettiler. Ardından bu deniz kabuğunun belirli notaları üretebilen nefesli bir çalgı olarak kullanıldığını.
Grubun başında bulunan ve Sorbonne Üniversitesi Moleküler ve Yapısal Arkeoloji Laboratuvarında yöneticilik yapan Philippe Walter: “Deniz kabuğunu inceledikçe onun ne kadar istisnai bir nesne olduğunu fark ettik” diyor. Zira ilk insanların kuş kemiklerini oyarak flütler yarattığı biliyoruz. Ancak deniz kabuğundan yapılmış ve şimdiye kadar keşfedilmemiş bir enstrüman bugün bilinen en eski enstrümanlardan biri olarak kabul edebiliriz.
Zamanda yolculuk – Arkeomüzikoloji
Müziğin nasıl ortaya çıktığı, ilk nerede ve ne zaman kullanıldığı uzun yıllar araştırma konusu oldu. Müzik kuramcılarına göre dil yeteneğinin henüz gelişmediği zamanlarda bile, insanlar kemik parçalarını, taşları birbirine vurarak sesler çıkarmaya başlamıştı. Doğadaki sesleri taklit etmekle ilgili bir çaba başladı. Ardından ilkel zamanlarda kendini koruma, büyü ve tapınma amaçlı bir kullanıma dönüştü.
Her toplumun ya da toplumsal olayın kendine ait bir sesi olduğuna yönelik fikirler gelişti. Bu fikirler Antik Yunan’a ve hatta mitolojiye kadar uzanıyor.
Frigyalı Marsias
Antik yunan efsanelerine göre Marsias, Frigyalı ünlü bir satyr. Flütü tesadüfen bulan, çalmaya başlayan ve bunu büyük bir beceriye dönüştüren Marsias’ın hikâyesi Athena ve Zeus’la da birleşiyor. Zira Zeus’un Mnemosyne ile birlikteliğinden doğan ve her birinin sanatın bir dalını temsil ettiği 9 kızından Euterpe, flütün ve müziğin koruyucusu olmuştu. Athena’nın ise göl kenarında yetişen uzun sazların üzerine delikler açarak ilk flütü icat ettiğine inanılıyor.
Athena flütü lanetletip atar ve onun tekrar kullanılmasına izin vermeyeceğini söyler. Ancak Euterpe buna izin verme. Ve göl kenarında tesadüfen bulduğu flütü çalmaya başlayan Marsias’ı, flütü ve müziği korumaya devam eder.
Müziğe multidisipliner bakış – Arkeomüzikoloji
Onca enstrümanın arasında flütün dikkat çekmesi tesadüf değil. Arkeoloji araştırmacılarının geçmiş davranışları daha iyi anlamak için yaptıkları kazılardan elde ettiği bulgular da Divje Babe Flüt adıyla bilinen Neandetal Flüt’ün dünyanın en eski müzik aleti olduğunu işaret ediyor.
Slovenya’da bulunan ve 40 bin yıldan daha eski bir geçmişi olduğuna inanılan bir enstrüman. Haliyle ona yönelik tartışmalar da hâlen arkeoloji dünyasının odağında. Yalnızca arkeolojinin değil, antik toplumlarda müziğin ve ses icat etmenin kültürel, dini ve sosyal önemi müzikoloji alanının da merak konusu. Bu durum multidisipliner yeni bir araştırma alanı doğmasına zemin hazırladı aslında. Arkeomüzikoloji Antik dünya hakkında bilgi sahibi olmak ve geçmiş yaşamları, kültürleri keşfetmek için yeni bir yol sunan arkeomüzikolojiyi, Yunan tarihi profesörü Claudia Antonetti’den de dinlemek gerek.
Müziğin multidisipliner bir şekilde ele alınması gerektiğini savunan Antonetti, yıllardır müzikle ilgili arkeolojik kalıntıları araştırıyor ve “Türbelerden mezarlıklara kadar pek çok yer gezdim. Seramik, heykel, kemikten oluşan müzik aletlerine ve ses objelerine odaklandım. Tarihi bütünleştirmek için elde ettiğim bulguları kullandım ve keşif bağlamları açısından analiz ettim. Günün sonunda öğrendiğim şey, bu araştırma alanının, antik dünyadaki en güncel yönleri anlamamıza yardımcı olacağıydı. Geçmişteki sesleri, koşulları ve işlevlerine ışık tutarak ürettiği duyguları da anlamlandırabiliriz” diyor.
Ya geçmiş bildiğimizden çok daha farklıysa?
Son birkaç yılda nörofizyoloji, psikoloji ve biyoloji alanındaki araştırmaları müziğe dahil ettik. Müziğin ve bu anlayışın insan evriminde neleri değiştirdiği çok daha ayrıntılı ve bütüncül bir şekilde incelemeye başladık. Ancak müzik aletleri arkeolojik kayıtlarda nadir bulunuyor. Bu da güç tanımlanması sebebiyle daha çok zamana ihtiyaç duyulduğunu gösteriyor. Güney Afrika’da yaşayan, müzik ve insan göçleri üzerine çalışmalar yapan Joshua Kumbani’ye bakalım.
Yaşadığı bölgede müzik arkeolojisi araştırmalarının yeni başladığını ancak mevcut kanıtların bile bildiklerimizi unutturacağını iddia ediyor. Zira bulgular arasında taş devrinden demir çağına kadar pek çok eser var. Tıpkı deniz kabuğunun bilinen ilk müzik aleti olabileceğini yıllar sonra fark etmemiz gibi.
Ne dersiniz Güney Afrika’dan gelecek kanıtlar da tarihin yeniden yazılmasına sebep olabilir mi?